Soyuttur Ne Demek? Gücün, İktidarın ve Toplumsal Düşüncenin Görünmez Katmanları
Bir siyaset bilimci olarak, toplumsal düzenin yalnızca görünen yüzüne değil, o düzeni var eden görünmez yapılarına da bakarım. Soyut kavramı tam da bu görünmezliği anlatır. Bir şeyin “soyut” olması, onun elle tutulmaz, gözle görülmez ama etkisi hissedilir olması demektir. Tıpkı iktidar gibi… “Soyuttur” dediğimizde, aslında insanın düşünsel üretim gücüne, anlam kurma kapasitesine ve toplumsal yapıların görünmez örgüsüne işaret ederiz. Ama bu soyutluk, sadece felsefi değil; aynı zamanda politik bir meseledir. Çünkü her soyut düşünce, bir iktidar ilişkisi içinde biçimlenir.
Soyutun Siyaseti: Görünmez Güçlerin Görünür Düzeni
Toplum, kendini “somut” değerler üzerinden anlatır: yasalar, kurumlar, binalar, para, ordu, seçimler… Fakat bütün bu somut yapılar, soyut ilkelerin —adalet, özgürlük, meşruiyet, inanç, ahlak— üzerine kuruludur.
Bu yüzden siyaset bilimi açısından soyut olan, gerçekte en güçlü olandır.
Bir devletin anayasası kâğıt üzerindedir ama ona anlam veren şey halkın adalet inancıdır; bu inanç soyuttur ama sistemi ayakta tutar.
Tıpkı rüzgâr gibi: görünmez ama yön belirler.
O halde şu soruyu sormak gerekir: Bir toplumun soyut değerleri çürürse, somut kurumları ne kadar sağlam kalabilir?
İktidar, Soyutluk ve Meşruiyetin İnşası
İktidar, her zaman görünmez olanı yönetir. İnsanların davranışlarını yönlendiren şey çoğu zaman korku, inanç veya sadakattir. Bunların her biri soyuttur, ancak siyasal düzenin en sağlam malzemeleridir.
Bir devlet vatandaşına “adalet var” derken, bu adaletin kendisini değil, inancını üretir. Bu inanç, toplumsal rızanın temelidir.
Bu nedenle soyut kavramlar —adalet, özgürlük, eşitlik— sadece ahlaki değil, ideolojik araçlartır.
Her iktidar, bu kavramları yeniden tanımlar: “Bizim özgürlüğümüz”, “bizim adaletimiz”, “bizim değerlerimiz” der.
Böylece soyut, bir anlam mücadelesinin alanına dönüşür.
Kurumların Soyut Gücü
Bir mahkeme binası somuttur, ama adalet duygusu soyuttur.
Bir okul binası somuttur, ama bilgiye duyulan saygı soyuttur.
Bir ordu somuttur, ama “vatan sevgisi” soyuttur.
İşte siyaset bilimi, bu soyut duyguların nasıl üretildiğini, nasıl yeniden üretildiğini inceler. Kurumlar, bu soyut duygulara meşruiyet kazandırmak için vardır.
Birey, devlete inanmak ister; çünkü inanç, düzenin en güçlü harcıdır.
Peki, ya bu soyut inançlar kırıldığında ne olur? Adalet duygusunu yitirmiş bir toplumda, yasa hâlâ yasa mıdır?
Cinsiyet, Soyut Değerler ve Güç Dengesi
Toplumsal cinsiyet, soyutun nasıl cinsiyetlendiğini anlamak açısından mükemmel bir örnektir.
Erkekler çoğunlukla stratejik ve güç odaklı düşünürken, kadınlar demokratik katılım ve toplumsal etkileşim ekseninde hareket eder.
Bu farklılık, soyutun nasıl somutlaştığını gösterir.
Erkek egemen sistemlerde “adalet” genellikle güçle tanımlanır: kural koymak, düzen sağlamak, sınır çizmek.
Kadın merkezli bakış açısında ise adalet, ilişkisel bir bağdır: empati kurmak, dayanışma yaratmak, kapsayıcılığı artırmak.
Bu iki yaklaşımın bir araya gelmediği toplumlarda, soyut değerler bile çatışma alanına dönüşür.
Belki de şu soruyu sormanın zamanı gelmiştir: “Adalet” kavramını kim tanımlar? Güç sahibi mi, yoksa adaleti talep eden mi?
İdeoloji ve Soyutun Manipülasyonu
İdeoloji, soyutun politik biçimidir.
İnsanların inançlarını, değerlerini, umutlarını biçimlendiren görünmez bir çerçevedir.
Bir ideoloji, “gerçek”i değil, “inanılması gerekeni” inşa eder.
Bu nedenle soyut, siyasette her zaman bir mücadele alanıdır.
Medya, eğitim, din, sanat… Hepsi bu mücadelenin farklı cepheleridir.
İdeoloji, soyut olanı kurumsallaştırır ve onu “doğal gerçeklik” gibi sunar.
Birey ise bu soyut dünyada yaşar; soyut değerlere inanır, soyut kimliklerle hareket eder.
Ancak şu provokatif soruyu sormadan bitirmek mümkün değil: Gerçekten özgür müyüz, yoksa sadece soyut özgürlük fikrine mi inanıyoruz?
Sonuç: Soyutun Gücü, Somutun Kırılganlığı
Soyut, gözle görünmeyen ama hayatımızı yönlendiren güçlerin toplamıdır.
Bir ulus, bir inanç, bir sistem, bir ideoloji… Hepsi soyut kavramların etrafında inşa edilir.
Somut olanlar —binalar, yasalar, sınırlar— bu soyut temellerin üzerine kurulur.
Bu yüzden soyuttur demek, aslında “görünmez ama belirleyici” demektir.
Toplumsal düzeni anlamak isteyen herkesin sorması gereken soru şudur: “Hangi soyut değerlere inanıyoruz ve bu inanç kimin işine yarıyor?”
Soyut kavramlar sadece düşünsel alanlarda değil, siyaset sahnesinde de iktidar üretir.
Ve belki de en büyük paradoks şudur: En görünmez olan, bizi en çok yöneten şeydir.